27 Kasım 2010 Cumartesi

anladım ki

“Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavgâ imiş
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş.”
(Yavuz Sultan Selim)

[(Anladım ki) cihan padişahı olmak (çabası) bir boş kavgadır. Hepsinden iyisi, bir Allah
dostuna bağlanmak imiş.]

19 Temmuz 2010 Pazartesi

rüya içinde rüya..!

Bir blogda ''kalbin kandillerini yakanlar'' başlığı altında bu tembel ve mücrimin bloguna da link verilmiş..
Utandım!
Aşk olmalı ki, kandilimiz hep canlı olsun..
Hz.Mevlana kuddise sirruh efendimizin buyurduğu ''benim dinimdir aşk'' cümlesini ham softa anlayamaz ve bakar bön bön..
Oysa aşksız kılınan namaz, aşksız söyleniveren salavat-ı şerife; aslını ne kadar temsil edebilir?
İman aşk ve taat ile pırıl pırıl parlar..
Haramları terk yetmez, fazları zamanında yapmanın yanında nafileleri de işlemek gerek.
Ve illa aşk..
Mürşide aşık olmak ve sonra iki cihanın övüncüne (sav)..
Yol'a yol arkadaşı olmadan çıkan çabuk yorulur..
İyi bir yol arkadaşı cana nimettir.
Kıskanıp fesatlanmayan, kardeşinin iyiliklerine sevinen ve teşvik eden.
Rüyalar..
Müjdeci rüyalar bir ''sır'' bilinip kimselere anlatılmamalı; vekile bile..Mürşid hariç, imkan varsa anlatmak iyidir..Maddi olarak anlatılamazsa, rabıtada anlatıp, (şımartmadan nefsi) hayra yormalıdır.
Sonra görülen rüyaya takılmadan yola, istikamet üzere devam..
Dünya hayatı bir rüya gibidir ve ölünce uyanılır..Rüya içinde müjdeci rüyalar görmek, kendisinde benlik olmayanlar için güzel bir tesellidir..
Yari dünya gözüyle göremeyenlere, kalb ahvalinde kavuşmak, bir nebze O'na susamış gönlün teskin edici ilacı olur..
Yazmak için bu blogda, çok okumak ve cemaat içinde faal olmak gerekir.
Vesselam.

27 Haziran 2010 Pazar

Bilmek

Allah'ı bilmek başka ( tasavvuf)
Allah'ın ilmini bilmek başkadır (şeriat)

31 Aralık 2009 Perşembe

Saba rüzgarı ve Yusuf’un gömleği

Az önce çok güzel bir yazı okudum. Yazıda bahsedildiği gibi gerçekten aşura günlerinde ılık meltem rüzgarları (yada saba rüzgarı) esiyordu..

Gök yüzü Mekke, Medine tavanı gibi aşağıya bize yaklaşmış; sanki bulutlara elimiz değecek yada bulutlar aralanıp da; hani sekarat-ı mevt zamanı kalkacak olan perdeler misali bize aynel yakiyn sahnesinden hakikatler sunacak gibiydi.

Mürşid (ks) gözüyle kainata bakmak nasıl bir duygudur. Hem ağır bir mes'uliyet hemde tarifi imkansız sırlar dünyası..

Ağır mes'uliyet evet, Gavs-ı Sani kuddise sirruh hazretleri nasılda genç yaşlarında bembeyaz nur oldular. Ya mahdumları Seyyid Saki Efendi..aman Allah'ım bembeyaz oldu..Nur içinde nur..
Oysa kendisini yıllar önce Avusturya, Viyana'da görmek nasip olmuştu..Daha yakın tarihlerde Almanya'da..Ve en son Menzil'de gördüğümde ''Hud suresi bizi yaşlandırdı'' hadis mealine mukabil, halifelik de Seyyid Saki Efendi'yi yaşlandırmıştı, zahir gözlere..

Her an nefs murakabesi ve mücahedesi ile bir ömür..Gavs-ı Sani- kuddise sirruh- hazretlerimizin yükünü ise idrakten aciziz.

Saba rüzgarı bizlere de O'ndan (ks) Onlardan kokular getir, o kokuları duyacak burnu (gönlü) bizlere nasip eyle ey lütf-u keremi sonsuz olan Allah'ım (cc).

Sevgilinin konağının havası, bizim için ab-ı hayattır.
Ey saba, Gavsımın toprağından bana bir hoş rüzgar getir.

Burada makale iktibas etmeyi düşünmüyorum ama Mustafa Özcan bey'in mezkur yazısı saklanacak kıymette olduğu için aşağıya alıyorum:

Saba rüzgarı ve Yusuf’un gömleği / Mustafa Özcan - Vakit


Peygamberler hem beşir hem de nezirdirler. Yani hem müjdelerler hem de uyarırlar. Allah’ın insanlardan başka diğer mahlukatı arasında da müjdeci ve korkutucu ayetleri ve askerleri vardır. Bunlara hayır ve şer güçleri demek de mümkündür. Sözgelimi, Yakup’a (Aleyhisselam) Yusuf’un kokusunu getiren bad-ı Saba olmuştur. Dolayısıyla rüzgar bulutları gibi bad-ı Saba da yeryüzüne müjde ile gelir. Cebrail ve Azrail aleyhisselam gibi. Bir de yakıcı ve kavurucu çöl sıcakları ve Hamsun rüzgarları vardır. Peygamberimiz helak olmuş bir kavmin ikamet yerinden geçerken hızlanırmış. Hamsun rüzgarlarına maruz kalan insanlar ya yerlerini değiştirirler ya da önlem alarak bu rüzgarlarla temastan kaçınırlar. Dolayısıyla müjdeci rüzgarlar olduğu gibi uyarıcı ve kahredici rüzgarlar dahi vardır. Ad’ı helak eden sumum veya yakıcı, kavurucu ve zehirli rüzgarlardan olan ‘sarsarin atiye’ ve ‘akim’ rüzgarı bunlardan birisidir. Bunlara genelde Samyeli denmektedir. Samyeli, Saba rüzgarının zıddıdır. Vurduğu yerlerde helaket ve felaket izleri bırakır gider. Buna mukabil, meltem tarzı ılık rüzgarlar da tam tersidir. Aşura gününde yaşadığımız latif hava latif isminin gönderdiği havalardan biri olmalı. Dışarıdan gelen bu latif rüzgarlar insanın içini ılık ılık ediyor. ‘Eyyamu nahisat’ yani bir şekilde ceza suretiyle gelen günler olduğu gibi eşref saati denilen saatler de vardır. Eşref bölgeler de elbette ki vardır. Aksi takdirde, Mekke, Medine ve Kudüs’ün diğer bölgelerden bir farkı kalmazdı. Peygamber Aleyhisselam da yaşadığı toprakları çok sevmiş ve onlara büyük bir sevgi bağıyla bağlanmıştır. Mekke’den çıkarken ‘kavmim beni çıkarmasaydı seni asla terk etmezdim’ buyurmuştur. Ve yine Uhud Dağı ile ilgili ‘o bizi sever, biz de onu severiz’ buyurmuşlardır. Hazreti Bilal, Mekke’nin kokusuna hasret gitmiş ve Saba rüzgarından oranın gülünü gülistanını taşımasını istemiştir. Elbette Kur’an’da zikrediliği gibi Zakkum ağacı olduğu gibi Tuba ağacı ve yeryüzünde onların misalleri ve timsalleri de vardır. Bunlardan birisi Yahudilerin ağacı olan Gargad’dır. Zeytin ve incir ve hurma Müslüman ağaçlarından olduğu gibi Gargad da Yahudilerin ağacıdır. Sarmaşık nasıl Masonların sembolü ise Gargad da hadis diliyle Yahudilerin sembolü olmuştur.

Saba rüzgarıyla karşılaştığım ilk kitaplardan birisi Hafız Divanı olmuştur. Hafız Divanı da Saba rüzgarı gibi hoş kokulu bir kitaptır. Hafız rintlik meşrebinin piridir. Saba ile alakalı bir kıtasında şöyle söyler:
Sevgilinin konağının havası, bizim için ab-ı hayattır.
Ey saba, Şirazımın toprağından bana bir hoş rüzgar getir.
Hazreti Yakup da onca hasretten sonra Saba’dan Yusuf’un kokusunu getirmesini dilemiştir. Saba rüzgarı ile İbrahim (A.S.) gömleği kardeş olarak Yusuf’un kokusunu getirmişlerdir. Yusuf Suresinde anlatıldığı gibi, Yakup Aleyhisselam ‘İnni leecidu rihe Yusufe’ buyuruyor. Yusuf’un rüzgarını ve kokusunu hissettiğini söylüyor. Celaleyn tefsirine göre, bu rüzgar birkaç günlük mesafeden Yusuf’un misk-i amber kokusunu taşıyan Saba rüzgarıdır. Yakup Aleyhisselam, Saba rüzgarıyla fısıldaşmasını istihza ve alay olma korkusundan dolayı doğrudan çocuklarına söyleyemiyor. Çocukları ise ‘biz seni eski kuruntuların içinde görüyoruz’ derler. ‘inneke fi dalalike’l kadim’ ifadesinden şunu anlamak mümkün. Seni hâlâ eski iyimserlik hastalığı içinde görüyoruz. Lakin iyimserliğin gerçeğe dönüştüğü an da çok geçmeden geliyor. Rüzgarı, Hazreti Yusuf’un gömleği takip ediyor ve gömlek gelince hakikat zuhur ediyor. Önce müjdeci saba rüzgarı geliyor. Sanki Aşura saba rüzgarının tulu ettiği bir an gibiydi. Ardından da Hazreti Yusuf’un gömleği teşrif ediyor. Bazı müfessirlere göre bu gömlek aslında Hazreti İbrahim’in Nemrut’un ateşinden kurtulduğu sırada üzerinde olan gömleğidir ve işte bad-ı Sabadan sonra müjdenin hakikati olan gömlek de geliyor. Bu gömlek, akabindeki Harun ve Musa Aleyhisselam’nı Ahit Sandığına benzer. Gömlekle birlikte hakikatin anlaşılmasıyla daha önce Yakup Aleyhisselam’ın iyimserliğiyle alay eden çocukları önce tevbe ediyorlar ve ardından rüyada olduğu gibi Mısır’da Yusuf’un ayaklarına kapanıyorlar. Hazreti Peygamber de yeniden Mekke’ye kavuştuğunda Yusuf-u sıddikin sünnetiyle amel ediyor ve ‘la tesribe aleykümü’l yevm’ buyuruyor. Size bugün kınama yoktur diyor ve hepsini ‘talik’ yani serbest ilan ediyor. Ardından Al-i Yakup tasını tarağını toplayıp Kenan diyarından Mısır’a göç ediyorlar. Böylece Kenanlı Yusuf’un en güzel kıssası mutluluk burcuna giriyor. Aşura’nın getirdiği badu Saba müjdesinin ardından yılbaşının da Yusuf’un gömleğini getirmesini; böylece iyimserliğin gerçeğe dönüşmesini niyaz ediyor. Yusuf ile Yakup’u buluşturan Saba rüzgarı inşallah 2010’da da ayrılan gönülleri ve sineleri yeniden buluşturan vuslat yılına dönüşür. Vema zalike alallahi biaziz...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

süresi belli olmayan ayrılık

Uzunca bir süredir netle alakam kalmadı ve sanırım bu daha sürecek..
Zamansızlık diyelim buna..
Bu sebeple yorum falan gelirde yayınlanmazsa şimdiden affola.
Dualar eder, dualar beklerim..

5 Mayıs 2009 Salı

Rabıta ve Tevessül üzerine..


Şeyh Seyyid Muhammed Raşid el-Hüseyni kuddise sirruh hazretlerinin, Rabıta ve Tevessül Hakkındaki Görüşleri:

Seyda Hazretleri’ne bir gün ''Efendim, rabıta, tevessül ve himmet konularında bize sohbet eder misiniz?” diye sorulduğunda mübarek şöyle buyurmuştur:

''Tarikat-ı Nakşibendî’de mürşid rabıtası çok önemlidir. Çünkü müride en fazla fayda veren şeyh rabıtasıdır. Bir mürid şeyhinin ruhaniyetini manevî tasarruf ve yardımını her an yanında düşünmelidir. Hatta her attığı adımda şeyhinin ayak izlerine bastığını düşünerek onda (onun halinde) fani olmaya bakmalıdır. Çünkü insan şeyhine rabıta yapa yapa onun manevî tasarrufatı altına girer ve ondan istifade eder.

Müridin mürşidinden istifadesi iki şekilde olur: Birincisi, zahiren ondan şeriatı öğrenmek,. İkincisi, batınen şeyhin feyzinden istifade etmek.

Birincisinde her Müslüman, Müslümanca yaşaması için gerekli olan ilimleri öğrenmektedir. İkincisinde ise yine herkese farz-ı ayn olan ilahî muhabbeti tahsil, ihlasa ulaşma, ahlâk-ı hamideyi elde etme, kin, haset, ucub gibi çirkin sıfatlardan kurtulma gibi nimetleri elde etmektedir. Bu ilimlerin öğrenimi ve uygulanması ekseriya bir manevî tedavi neticesinde vukua gelir. Bu feyiz ve nisbet, kalblere tasarruf eden Cenab-ı Hakk tarafından verilir. Allah kime murad ederse Sadat-ı Kiram o tarafa yönelir ve o kimseye nasibini ulaştırır.

Bu işte herşey, şeyhin isteği ile değildir. Öyle olsaydı Gavs- Hizanî (k.s.) manevî emaneti (hilafeti) Seyda-ı Taği’ye değil, kendi çocuklarına verirdi.

Sadatın nisbeti, Peygamber Aleyhisselamın ümmeti için verilmiş bir rahmet, bereket ve hidayettir.

Geçmiş meşayih aynı usul ve meşreb üzere olmayıp, değişik şekillerde terbiye, ta’lim ve irşad içindeydiler. Mesela, Gavs-ı Hizani kendisi zahirî ilmi Molla Camî’ye kadar okumuştu. Ama Halid-i Ölekî (k.s.) gibi zamanın büyük bir alimi, onun yanında seyr-u sülukunu tamamlıyordu.

Gavs- Hizanî (k.s.) çok az konuşurdu fakat, müridlerinde aşırı bir muhabbet ve cezbe vardı. İrşad ve vaazda en önemli olan; va’z eden kimsenin manevî durumudur. Seyru sülukunu tamamlamış bir kimsenin irşadı farklı olur. Sâdatların hâli başkadır. Bir gün Hazret (k.s.) sevdiği bir hocaya şöyle demiştir: ''Hoca! Şu karşıdaki ağaçlara bak; içinde kalem gibi doğru olanlar da var, eğri büğrü olanlar da var. Sadatlar, kalem gibi düzgün ağaca benzer, sen onlardan istifade etmeye bak.”

Bir ayet-i kerimede ''Sadıklarla beraber olun'' buyurulmuştur. Bu ayeti kerimenin tefsirinde birçok ulema rabıtaya işaret olduğunu söylemiştir.

Elimize kuvvetli bir mıknatıs alsak etrafımdaki küçük metal parçalarını kendisine çektiğini görürüz. İşte insanın durumu da böyledir. İlmen ve aklen kuvvetli olan kişiler etrafındaki insanları etkilerler.

Mürşidler kuvvetli imanlarından ve ilâhî tasarruflarından dolayı müridlerinin kalplerini dünya sevgisi ve malayani şeylerden temizleyip Allah’a bağlarlar. Bu da tevbe-i nasuh ile meydana gelir. Tevbe-i nasuh insanın sıfatını değiştirir. Sıfatın değişmesi demek, haram fiilleri, çirkin sıfatları terkederek İslâm’ın meşru dairesine girmek yani sırat-ı mustakim üzere yaşamaktır.

Bazı sadatlar demişler ki: ''Bizim görevimiz çözüp bağlamaktır.''

Kendilerine: ''Siz neyi çözüp bağlarsınız?'' diye sorulduğu zaman "Biz, bize tabi olanların kalplerinden dünya muhabbetini çözüp Allah ve ahiret sevgisine bağlarız" demişlerdir.

Rabıta manevî bir hattır, müridi, mürşidine ve geçmiş sadatlarına bağlar.

Rabıtaya sımsıkı sarılıp devam ettiriniz. İslâmî hizmetleri bırakmayınız.! Virdlerinize devam ediniz. Sülukunuzu ilerletiniz. Letaiflerin aslî makamlarına ulaşmasına gayret ediniz. O zaman göreceksiniz ki Allah’ın izniyle Peygamber Efendilerimiz manen size yardım ediyor, geçmiş sadatlar tasarrufta bulunuyor.

Bu nimetleri dünyada iken kazanmak isterseniz, tarikat-ı aliyye’nin edeblerine uyunuz; o zaman halk içinde Hakk ile beraber olma sırrı tecelli eder, imanınız taklitten tahkike yükselir. İlme’l yakin ise ayne’l yakin, ayne’l yakin ise hakke’l yakin olur. Bunların hepsi tarikatin temin ettiği nimetlerdir.

Allah dostları hakkında ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: "Biliniz ki Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar."

Bu nimete ermek ancak dünyada amel-i salih yapmakla olur. Amel-i salih sahipleri için ahiret alemi ne kadar kolay ve ne kadar güzeldir. Ameli olmayanların vay haline. Akıllı kişiler, bir nefesini dahi gafletle geçirmeyen kimselerdir. Siz akıllı kimselerden olun."

Bir gün Seyda (k.s.) Hazretleri’ne "Efendim! Namazda, virtte, hatmede rabıta olur mu? Olursa nasıl yapılmalıdır? diye sorulduğunda şöyle cevap vermişlerdir: " Namazda rabıta hususunda bazı sadatlar değişik sözler söylemişlerdir. Sonra cahiller onu ifrata götürüyor. Sizler, namaza başlamadan önce rabıta yapınız. Böyle olursa namaza huşu içinde başlanır.

Cenab-ı Hakk, her müridinin yanında mürşidinin bir ruhaniyetini halkeder (Onun ruhunun nuraniyeti mürid üzerine akseder). Bu yolla mürşid, kalbe tasarruf eder. Bu, Cenab-ı Hakk’ın bir ikramıdır; herşeyi halkeden O’dur. Bu halin vakıada örnekleri çoktur. Nitekim bazı müridlerin kötülüğe meyil durumunda, bazen mürşidi temessül ederek, bazen rüyada, bazen de manevî bir halle onu sakındırdığı vakidir. Bu işleri hakikatte yaptıran Allah’tır. Tarafından bir rahmet olarak mürşidi bu işe vesile kılmıştır.
Virtte rabıtaya gelince; sadatlara okunan fatiha bir hediyedir. Hediye karşılıksız olmaz. Bu sayede silsiledeki meşayih sizleri tanır. Böylece hatme ve teveccühte sadatlarla baraber olursunuz. Hatmeleri kaçırmayın; teveccüh, ilahî muhabbeti getirir.Bir mürid, zikir çekerken fatihalardan sonra biraz rabıta yapar sonra zikrine başlarsa çok fayda görür. Zikir çekerken huşu ve edebinizi kontrol ediniz.

İnsana en çok fayda veren bir şey de ölüm rabıtasıdır. Ölüm rabıtası tul-i emeli yıkar, ihlas ve yakîni doğurur.Hazret (k.s.), her gün yakınlarından ahirete gidenlerin isimlerini zikrederek "sıra bize geldi" derdi.

Rabıta, nefse karşı en büyük ilaçtır. Rabıta kuvvetlendikçe insan, nefsin hile ve azgınlıklarından kurtulur.

Rabıtaya devam ediniz.İnsan kendini mahlukatın en aşağısı olarak görmelidir. Köprü gibi olmalıdır. Üzerinden herkes geçse o görevini yapmalıdır. Nakşibendi nisbeti, nefsini terbiye eden, ihlas ve teslimiyet sahibi kimselerin üzerine gelir. Evrad-ı nakşibendiyeden maksad nefsi ıslahtır. Şeytanın helakı, kendini üstün görmesindendir. Cenab-ı Rabbu’l alemin bizleri nefsin şerrinden muhafaza eylesin.”

3 Mayıs 2009 Pazar

Hatme-i Şerif duasından bir pasaj..


-Mecmai amalil müslümiyne kutbil faiziyne sikkatul mütekiyne vesiletil mütevekiliyne sahibissehaveti vel kerameti lil müslimiyn kesirül muhabbeti lil mütevadine sahibiş şeriati vet tarikatın Nakşibendiyeti Mevlayi ve şeyhi ve seyyidi ve senedi ve menbihi temesuki ve aleyhi itimadi ve bihi iftihari ve minhu istimdadi kurrete ayni mevlana şeyhinel kamilil mükemmil Bilvanisi Mevlana Hazreti Eşşeyh Seyyid Abdülbaki'l Hüseynil Buhari (kuddise sirruh ve ila ruh)


''Müslümanların emellerini (maksatlarını) kendisinde toplayan, kurtulmuş olanların kutbu, muttekilerin tutanağı, tevekkül edicilerin vesilesi, Müslümanlarda cömertlik ve keramet sahibi, mütevazilere muhabbeti çok olan, Şeriatın ve Nakşibendi tarikatının sahibi, Efendim, Şeyhim, dayanağım, bağlandığım ve güvencim üzerine olan ve sebebi iftiharım, her türlü yardımı kendisinden aldığım, iki göz bebeğim, Efendimiz Şeyhi Kamil ve Mükemmil Serverimiz, Bilvanisli Hazreti Eşşeyh Esseyyid Abdulbaki el-Hüseyni’nin (Allah sırrını yüceltsin) ruhaniyetine vasıl eyle.''

Kısmet olursa hatme duasının mealinin tamamını da burada yayınlamayı düşünüyorum.
''Bir işaret bekleriz hak sahibinden
Umarız her daim, yüksek himmetinden''

Hatme duasının tamamının meali elimde, okudukça sevincim arttı.Hala anlamıyorsun ey nefsim !

Müjdelerle dopdolu bir kapının muştusu gibi hatme duası, anlayana..

''Kurtulmuş olanların Kutbu..'' Allah-u Ekber!

Onlardan bazıları (sallahu aleyhi veseelmin arkadaşları) dünyadayken cennetle müjdelendiler.

Efendimizin sallahu aleyhi veselem: ''Kardeşlerim'' buyurduğu ahir zamandaki biz ümmetine de inşallah bu kapıda ''kurtulmuşlar'' ünvanı verildi.

Bu az bir nimet midir kardeşler?
Kurtulmak, nereden, cehennemden..!

İzzet ve ikram sahibi Allah-ü Tela'nın cemali ba kemalini görememekten kurtulmak..

Mahrumluktan kurtulmak..

İmansızlıktan kurtulmak..

Cemaatsizlikten, sahipsizlikten, başsızlıktan kurtulmak..

Büyük günahlardan kurtulmak..

Şu hatme duasının yalnızca bu kısmına bir kitap yazılsa gerek..İlmi ve muhabbeti olanlar yazsın, biz fakirler okuyalım.

Bu Müslüman'da inşallah bu hatme duasının mealindeki bazı detaylar üzerinde bir kaç yazı durmak istiyorum.Yardım Allah'dan, himmet dostundan. Çünkü çok önemli müjdeleri ve incelikleri inci tanesi gibi, tesbih taneleri gibi dizi dizi, sıralıyor.

İmanı kurtarmak en büyük nimettir. Akıl, iman ve sonra Cemalullah. Aslında insan bunun için geldi ve bunun için yaşamalı. Gaye/menzil hedef yalnızca bu olmalı..

Ahh aldanıyoruz!

Ve yine ahh, anlamıyoruz..!

İstikamet üzere yaşamak için, kurtulmuşlardan olmak için o büyük hatme-i hacegan ordusunun/cemaatinin halkasında bir Kıtmir gibi, izbe bir köşeye sıkışmaya ne çok ihtiyacımız var.

Doktor hastasını muayene eder ve önemle perhizler üzerinde durur, ama hasta doktor kadar ehemmiyet vermez ilaca ve perhize. Zira hasta kendi vücudunu görüp, doktor ilmi ve gözü ile tetkik edecek tecrübeye sahip değil.

Aynen bunun gibi, kalp doktoru mürşid ve biz sevenler; kendimizdeki hastalık ve büyük tehlikeden habersiz gaflet içindeyiz.


Bu sebeple evliyanın nazarına ilişmekten, kovsalar da, kapılarında sadıklara sadık olmaktan, muhabbeti yakalamaktan başka çaremiz yok.


Allah'ım !

Devletli Gavs-ı Sani Hazretlerine uzun ömürler, sağlık ve afiyetler ihsan eyle..

O'nu (ks) başımızdan eksik eyleme ve kadrini anlamayı bizlere nasip eyle.

Bizim ömrümüzden al, O'na ver Yarabbi..

Biz bir işe yaramayız, ama Sen alemi onun avucuna koydun..yakına da erişir, uzağa da..

Şu yazıyı yazarken bile, izninle O (ks) himmet etti, yazdığım halde cümleler burada çıkmadı ve bu müslüman da anladı ki, onlar yazılmayacak ve yazmadım.


Ey büyük Allah'ım !
Bizleri bu azametli Menzil kapısında sabit kıl, nefsimize yedirme..Himmetten ve muhabbetten mahrum bırakma..

Seyyidimiz, Efendimiz, Şeyhimiz, Gözbebeğimiz kuddise sirruh Hazretlerini yakiyn gözüyle görmekten uzak eyleme.

Dostunun kalbinde bizlere de yer ver, bizim kalbimizi O'nun vesilesi ile gelen nurla kapla. Amin.